30 Ocak 2017 Pazartesi

İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN - SABAHATTİN ALİ

"İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde , haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var..."
...
Aydın geçinenlerin karanlığına, "insanın içindeki şeytan"a keskin bir bakış.


Merhaba! Bu sene kış diğer kışlara oranla daha soğuk sanki, ne dersiniz? Tatilde olmama rağmen son günlerde meşgul olmamdan dolayı bir türlü blog yazmaya vakit bulamadım. Bugün ki kitap benim için özel olanlar listesinde, bunun iki sebebi var. İlk olarak bana hediye edilen bir kitap ve ben, hediye eden o kişiye bu değerli hediyesi için bir kez daha teşekkür ediyorum ve bir insana verilebilecek en değerli hediyenin kitap olduğu sözümü yineliyorum. İkinci olarak, bu kitabı bu kadar geç keşfetmiş olmanın hüznü var. Dili o kadar güzel ki, tekrar tekrar okuyacağımdan eminim.

"Ben onu görmeden evvel hayatın manasını bilmiyordum, bulamamıştım. Şimdi görüyorum ki, o da bensiz yaşayamayacak... Söyledikleri doğru, en az doğru görünenleri bile doğru... Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş... Ne aradığımızı bilmeden aramak... Şimdi içim rahat, aradığını bulan ve başka bir şey istemeyen biri gibi sükunet içindeyim..."

Zamanda biraz geri gitmeye, eski İstanbul'u hayal etmeye hazır mısınız? Dönemin insanlarıyla tanışmaya ve zaman ne kadar geçse de çoğu şeyin nasıl da değişmeden kaldığına hayret edebilirsiniz. Hala kuvvetini kaybetmeyen "el alem ne der" sözünü ele alalım mı? Nasılda başkalarının ne diyeceğine göre yaşadığımızı, yaşamaya mecbur bırakıldığımızı eleştirelim mesela. Bazı insanların kendileri kusursuzmuş gibi, insan olduklarını unuturcasına, insan olmanın zaten kusurlara da sahip olmak olduğunu inkar edip, kendilerinden başka her insanın en ufak hatasını dahi tetikte bekleyişini fark ettiniz değil mi? Ve bazı insanların çoğu zaman hatalarını kabul etmekten çok her daim bahanelere sığındığını, yaptıkları her yanlışa uygun bir kılıf bulup sorumluluktan daima kaçışlarına şahit oldunuz değil mi? Sanırım insanlık var oldukça değişmesi zor olan kusurlardan bazıları bunlar. Ne dersiniz, sahiden de içimizdeki, sözde, şeytanın bizi yanlışa düşürmekten daha mühim işleri yok mudur? Yada içimizdeki şeytan dediğimiz şey, gerçekle yüzleşmeye/kabullenmeye cesaret edemediğimiz bu yüzden sığındığımız o kılıflardan biri olabilir mi? Son olarak, aydın ve çok bilmiş geçinip, kendi gibi olmadığını düşündüğü insanların bir çöp olduğunu kabul eden insanların, aslında kendilerinin bir hiçten ibaret olduklarını fark edemeyecek kadar kendi içlerinde boğuluşlarına acıdığınız vakitler oldu mu? Cevaplara kitabı bitirdiğinizde siz karar verin, her insan kitaplardan kendine göre paylar çıkarır, benim payım bana kalsın bu sefer...

"...Herkes ne diyecek?.. Fakat bu ana kadar herkesten ne gördüm ki... Bana en yakın olanlar dahil olmak üzere, bu herkes dedikleri şey beni üzmekten, hayatımı manasız hale sokmaktan başka ne yaptı? Bu yaşıma kadar en iyi zamanlarım tam manasıyla yalnız kalabildiğim günler olmuştu..."

"'Neden kızıyorsun? Neden şikayet ediyorsun?' dedi. 'İçinde şeytan dediğin o şeyin en kıymetli tarafın olmadığını nereden biliyorsun? Sizin gibi beş hissinden başka duygu vasıtası olmayanlar bu daimi korkudan kurtulamazlar. Asıl sebep ve illetlere varabilseniz göreceksiniz ki  en zayıf tarafımız dışımızdadır. Gözümüzü kör eden yedi renktir, kulağımızı sağır eden sesler, ağzımızı paslandıran yediklerimiz, kalbimizi önce coşturup sonra durduran sonsuz koşmalarımızdır. Yüksek insan dışına değil, içine kıymet verendir.

Hikaye; sorumluluklarını yerine getirmekte eksik kalan, kararlarından emin olmayan/karar alamayan, çevresindeki insanların sözüyle oradan oraya sürüklenen, istemediği şeyleri dahi arkadaşları dedi diye kendini yapar halde bulan, yanlışlarına içindeki şeytanı bahane bulan okuduğu felsefe bölümünden dahi henüz mezun olamamış Ömer karakterinin kendisinden tamamen zıt, yaşadığı çevreye tamamiyle ters bir kadın olan Macide'ye aşık olmasıyla başlıyor.

"...Pek hoşlandığı için filan değil... Yapamıyor işte... Hiçbir şey yapmaya karar veremiyor... İnsan bir karar vermekten bu kadar korkar mı?.. Belki! Neden böyle düşünüyorum? Ben de bazı kararlar vermekten korkmuyor muyum?"

Ömer'in her şeyi göze alabileceğini düşündüğü, Macide'nin onu değiştireceğine inandığı, bir çok fedakarlıklar yaptığı ama yanında affedilemez yanlışlarının da olduğu, sözler verdiği ama en ufak bir çabada bulunmaya zahmet etmediği bir aşkı okuyacaksınız. Çok seven bir adamın ve o sevgiyi karşılıksız bırakmayan bir kadının, tüm zıtlıklara rağmen sonlarının beklenenin tam tersi mi olacağı yoksa gerçeğin değişemeyeceği sonun kaçınılmaz mı olduğunu kitabı okuduğunuzda öğreneceksiniz.
Bu sırada kitap size çok şey katacak; sona gelmenin, sonu görmenin, sonu kabullenmenin kolay olmayışını ve o zamana kadar ne kadar çok şeyin göz ardı edilebileceğini okuyacağınız bu kitap size gönülden olan tavsiyelerimden biridir.

*SPOİ OLABİLİR* 

"Ömer, benim sevgili kocacığım, biz, hiçbir tarafları birbirine benzemeyen , hiçbir müşterek düşünceleri ve görüşleri olmayan iki insanız... Kim bilir ne gibi sebeplerle tesadüf bizi birleştirdi. Sen beni sevdiğini söyledin, ben buna inandım. Ben de seni seviyordum... Hemde nasıl seviyordum... Hislerimde bugün de bir değişiklik yok. Fakat niçin seviyordum, işte bunu bulamadım ve beni düşündüren, seninle olan hayatımızın devamından şüphe ettiren bu oldu. Seni niçin sevdiğimi bir türlü bilmiyordum. Huylarını, yaptığın işleri, beğenmiyordum demeyeyim, fakat anlamıyordum. Sen de benim birçok şeylerimi anlamadığını inkar edemezsin. Böyle olduğu halde nasıl garip bir kuvvet bizi birbirimize bu kadar sağlam bağlamıştı? İlk andan itibaren tamamiyle başka dünyaların insanları olduğumuzu anladığım halde beni burada tutan ve seni gördüğüm zaman içimi sevinçle dolduran neydi?
...
...Artık ayrılmamız lazım. Dediğim gibi, sana en küçük bir faydam olacağını bilsem her şeye tahammül eder ve kalırdım. Halbuki selametinin yalnızlıkta olduğunu görüyorum. Hala, bugün bile şuna kaniim ki, bir müddet daha bocaladıktan sonra, yolunu bulacaksın, fakat yalnız olman lazım. Herhangi bir insanın, ayaklarına dolaşmaması lazım... Ne olurdu? Birbirimize birkaç sene sonra tesadüf etmiş olsaydık! O zaman hayatımız belki bambaşka bir şekil alırdı. O zaman sana tabi olur ve bundan zevk duyardım. Fakat, şimdi, hiçbir faydası olmadığını bile bile, yanlış ve manasız bulduğum şeylere oyuncak olmak, bütün sevgime rağmen imkansız..."
...
...daha yazacak birçok şeyler aklıma geliyor... Ne faydası var?.. Oturup saatlerce konuşsak gene bitecek gibi değil.. Halbuki biz beraber yaşamaya başladıktan sonra ne kadar az konuştuk... Birbirimize söyleyecek bir şeyimiz yok muydu? Neden?.. Neden uzun uzun dertleşmedik? Belki o zaman birçok şeyler başka türlü olurdu...
Artık yeter Ömer... Sana kızgın değilim... Sana kızmayacak kadar seni iyi tanıyorum... Sonra seni seviyorum... Neden sevdiğimi bilmeden seviyorum... Bu sevgiyi her gittiğim yere beraber götüreceğim... Allahaısmarladık..."
...  

12 Ocak 2017 Perşembe

Allah'a Emanet Ol - Kahraman Tazeoğlu



"Allah'a emanet edilmek, Yaradan'ın rahmet yağmuruna şemsiyesiz bırakılmak, onun vereceği derde de, kedere de, ihlasa da, sınava da, huzura da layık olunabilecek sıfatta olmak demekti. Biri sende bu sıfatı görebilmişse, sen o sıfatta görülmüş olmanın hakkını vereceksin, tefekkür edeceksin, Rabb'ine teslim olacaksın. Biri seni Allah'a emanet etmişse seni görmeden ölmez. Biri seni Allah'a emanet etmişse kimse seni çalamaz. Bir insanın emanet edileceği en güvenli yer arşıaladır. Biri Allah'a emanet edildiğinde eksiksiz ve bozulmadan, bırakıldığı gibi geri alınır. Zeynep, giderken onu inandığı güce emanet etmişti. Furkan'ı hayatta tutan şey de işte bu oldu."





İyi akşamlar/ İyi günler! Bu ara sık yazar oldum değil mi? Bence de uzun uzun aralar vermemeliyim. Ama son zamanlarda yazdıklarımın kitaptan çok kitapla kesişen ortak düşüncelerim yada bana hissettirdikleri hakkında olduğunu fark ettim. Yazılarıma kendimden daha fazla şey katmışım, son zamanlarda ki ruh halimden olsa gerek. Bugün gelin kitap hakkında konuşalım!

"... ama vazgeçmeyeceğimi bil.
Biz, boynumuz vurulsa 'Vardır bunda da bir hayır'
diyecek kadar bağlıyız Rabbimize.
Bana vazgeçmekten bahsetme."


Kapağı açtığınızda bu satırlarla karşılaşıyorsunuz ilk olarak ve hikayemizin kahramanları olan Zeynep ile Furkan'la ise yazarın bir gümüşçüye girdiğinde karşısına çıkan bir çerçevedeki "Allah'a emanet ol." cümlesinin sebebini sorgulaması ile tanışıyorsunuz.

"Bir insanın hafızasından en son silinen şey sevdiği insanın sesi olurmuş. Bu yüzden hep sesli söylemeni istedim beni sevdiğini. Sende sesimi unutma benim. Bir gün bir yerde göz göze gelirsek ve ben başımı öne eğip sessizce yanından geçip gidersem bil ki hala seviyorumdur."

Furkan ve Zeynep'ten evvel ailelerinin yolları kesişmiş, iki akrabadan daha yakın aile dostu olmuşlar. İki aileninde ortak acısı evlat sahibi olamamalarıymış ve günün birinde tüp bebek yöntemi ile Furkan ve Zeynep gelmiş dünyaya. Kardeş gibi büyümüşler, aynı okula gitmişler, aynı oyunları oynamışlar, Ergenlik çağına doğru, Zeynep, Furkan için kardeşten öte aşk olmuş.

"Acıları bile görmezden gelebilecek kadar iyimser biriyken, iyilikleri bile fark etmeyecek kadar kötümser birine nasıl dönüştüm ben?
...
Çok bilince insan daha da hüzünlü oluyor." 

Furkan Zeynep'e aşık olur ve o çerçevedeki yazıya sebep olan hikaye burada başlar. Aşkının karşılığını yıllar sonra bulan, yıllarca bir gölge gibi takip edip Zeynep'i koruyup kollayan Furkan'ı ise, en az onun kadar onu sevdiğinden emin olduğu Zeynep'in zamansız ve sebepsiz terk edişi yıkar.

"Peki, insan neden bir anda cayardı sevmekten; ortada hiçbir sebep yokken?"
...
"Şimdi bildiğimi sandıklarından daha fazlasını biliyorum. Mesela senin adına bildiklerim... Bana git desen yolumu bulamamamdan korkacaktın, kal desen kendi yolunu kaybedecektin. Bunu biliyorum mesela... Yıkılmalarına dayanacak gücün kalmayalı beri hayal kurmayı bıraktığını, hayatı ilerlemek olarak değil geride bırakmak olarak gördüğünü, dün ne yediğini bile hatırlamadığın bir hayattan zevk almaya çalıştığını, aşık olduğunu ama aşık kalamadığını, eskiye oranla daha az mutsuz olduğunu ama tam bir mutluluk yaşayamadığını... Bunları biliyorum senin adına..."

Zeynep'in gidişi ardından evlendiğini de duyan Furkan için hayat anlamsızlaşır ve yolunu kaybeder, sebebini dahi bilmediği bir acıya sürüklenmiştir. Bir gün perişan halde gümüşçü dükkanına geldiğinde kapı altından atılan bir not bulur, Zeynep'tendir. Kağıtta tek bir şey yazar, "Allah'a emanet ol." Ve tek bir cümle hayatta kalma sebebi, tek bir kadına ait olan kalbi ise daim olmuştur.

"Ah kaderim! Bu dünyada başkalarının kendisini benden daha iyi sevemeyeceğini söyleyip başkasına gittiğini görmek de varmış..."

Şiir gibi seven bir adamın defterinde yaşamış Zeynep bir süre. Yıllar sonra beklenmedik bir anda, beklenmedik bir yerde, beklenmedik bir şekilde hayat ikisini tekrar karşılaştırmış. Sizce ne olmuştur? Sebep nedir? Bir insan çok sevdiği birini neden terk eder, hiçbir şey söylemeden? Ve bir insan bir tek kişiyi nasıl bu kadar güzel sever? Kitap anlattıklarımdan daha fazlası. Cevapları merak ettiyseniz, bu zamanda böyle bir aşkın samimiyetini sorgulamak isterseniz, kitap size yürekten tavsiyemdir.

"Veda etme yüceliğini gösteremeyenler, ihanet etme alçaklığına düşer."

Günümüzün hastalığı samimiyetsizlik ve sevgisizlik bana göre. İnsan olarak, en çok sevgiyle besleniyoruz. Genelde büyük suç işleyen insanlara baktığımızda hep bir yerde sevgi eksikliğine sahip olduğunu fark ettiniz mi? Samimiyetsizlik ve sevgisizlik sizden sandığınızdan dana fazla şey eksiltir, en başta insanlığınızı. Sevin dostlar, güzel sevin, kaybınızı bir başkasının varlığında aramadan sevin, samimiyetle sevin, pişman olmadan sevin. Bende elimden geldiğince, eksikçe de olsa, güzel sevdim, tek bir an pişman olmadan. Yarın keşke dememek için bu gün sevdiğinizi hissettirmekten kaçınmayın, samimiyet kayıp da olsa en değerli kapıların anahtarı olabilir. Samimiyetle ve sevgiyle kalın. Hoşçakalın!

"Olsun. Pişman değilim. 
Belki onda bir şiir olamadım ama en sevdiğim şairin elini tuttum."

9 Ocak 2017 Pazartesi

Kraliçenin Pireleri - Tarık Tufan

"Şimdi bulabildiğim tüm soru cümlelerini üst üste yığıp bulabildiğim en merhametli cevabın dizlerine yaslamak istiyorum başımı. Bulabildiğim en müşfik cümlenin önünde bir an olsun düşünmeksizin iyiden iyiye bitik, yorgun vücudumu yere bırakmak istiyorum. Uzanmak ve hangi günahtan kalma olduğunu kestiremediğim acıların yorgunluğunu bir parça olsun üzerimden atmak istiyorum.
Uyumalıyım.
Uzunca bir süre.
Sınırların, para birimlerinin, zaman ölçülerinin değiştiği çağlara dek."
......
"Hayatımın parçalarını nasıl bir araya getirebileceğim konusunda en küçük bir fikrim de yok.
Nereden başlamalı?
Başı ve sonu iç içe geçmiş bir hikayede ortaya çıkacağı anı karıştırmış bir kahraman gibiyim. Nerede ortaya çıksam yanlış karedeyim."





Benim tatilim başladı ve haftasonundan beri kar yağıyor. İstanbul'a bu kadar kar düşmeyeli ne kadar oldu sahi? Tüm yollar kapanmış ve tüm şehri beyaz bir örtünün huzuru kaplamışken, son günlerde sokaktan sadece mutlu çocukların çığlıkları yükseliyor. Bende bu aralar çatı katımda salep içerken kitap okuyorum, arada kafamı kaldırıp lapa lapa yağan kara daldığım anlarda oluyor tabi. İnsan bazen tüm şehrin gürültülü yorgunluğundan arındığı böyle günler istiyor. Böyle günlerin huzuru kadar hüznü de var.
"Biliyorsun ki,
Yalnız hüznü vardır, kalbi olanın."

Elime daha önce adını duymadığım bir yazarın kitabını alıyorum, Kitabı keşfim ise bir sayfada gördüğüm bir paylaşımı beğenmem üzerine kaynağını araştırmam ve bu kitabı okumam lazım isteği idi. Ve iyi ki diyorum. İnsanın kendi keşfi adına, gördüklerinin sorgulama adına iyi bir kitap!

"Yüzünde parlayan güneş bir anda kaçıp yaşlar boşalıyor gözlerinden. Ben nisan şaşkınlığında yitiriyorum öykünün geri kalan kısmını.
Nasıl bitiyordu?
İyiler nereye gittiler?
Kadınlar ve çocuklar nasıl kurtulacaklar?"

Genelde yolda yürürken önüme bakarım gözüm kimseyi görmez, ama hüzünlü olduğum günlerde etrafta bir yerlere yetişmenin telaşını taşıyan insanları izlerim. İnsanlar genel olarak hep telaşlı ve hep bir yerlere geç kalmış gözüküyor durup izlediğinizde. Merak ediyorum benden başka hayatları bazen. Benim dertlerime sahip olmayan insanları, onların dertlerine sahip olmayan beni sorguluyorum kimi zaman. Benim hayıflandığım çoğu şey kimine hafif geliyordur belki de. Kitap da ise yazar günlük hayatları gördüğü pencerelerden anlatıyor size. durmuş ve tüm insanlığı izlemiş sanki ve kendi doğru yanlışlarını anlatıyor ve sizinde kendinizde ortak bir nokta bulmanızı bekliyor gibi kalemi. Ve emin olun kendinizden bir şeyler de buluyorsunuz. Yaşarken farketmeden kabullendiğimiz bir çok yanlış var ve o kadar normalleştirmişiz ki. Parası olanı üstün kabul ediyoruz farketmeden, dilimiz hayır dese bile davranışlarımız çoktan bunu kabullenmiş ona göre davranıyor. Parası olanın her şeyi yapmaya hakkı var gibi, parası olan her zaman haklıdır gibi. Kitap ezilen yanlarımıza ışık tutmaya çabalıyor adeta.

"Bazı adamlar, kendi mezarlarını gösterişli hale getirmek için harcadıkları parayı bir yoksula vermeye razı gelmiyor. Çünkü gösterişli bir mezarın vereceği prestiji yoksulların duasına tercih ediyor."

Bir deneme kitabı olduğunu belirtmiş miydim? İçinde insana dair her duygudan kesitler var. Hatırlar mısınız eskiden sahip olduklarımız daha bir kıymetliydi sanki, insan gibi. Teypler vardı, sevdiğimiz şarkılar radyoda çıksa da dinlesek gibi telaşlarımız vardı. Sokakta oyun oynayan, düşüp dizlerini yaralayan çocuklardık. Sabahları erkenden kalkardık, sadece erken saatlerde yayınlanan çizgi filmleri izleyebilmek için. Eskiden her şeyde samimiyeti hissederdik sanki, paylaşılan her şeyde içimizi ısıtan bir sıcaklık vardı gibi. Son günlerde her şey o kadar kolay elde ediliyor ki değerini düşünmeye vaktimiz yok, çünkü her şey kolay olduğu kadar hızlı da değişiyor, takip etmeye yetişmemiz lazım. Geride bıraktıklarımıza dönüp bakmıyoruz bile, geçtiyse 'eski moda'ydı zaten deyip devam ediyoruz. Yazar çocukluğundan mahallesinden hatırında kalan anıları anlatıyor bir yerde size, sizi çocukluğunuzun huzuruna taşır gibi.

"Gitgide soğuyor bu kaldırımlar, bu sokaklar, bu meydanlar. Bu kentin her köşesi gitgide soğuyor. Bakışlara siniyor soğuk. Yüz yüze bakışmalardan üşüyoruz artık. Herkes bir diğerinin donduran bakışlarından uzaklaşmaya çalışıyor. Bir parça olsun huzur verecek teselliler yok artık. Dua cümlelerini hatırlamıyor kent..."

Yitirdiğimiz insanca değerlere dönüp bir kez daha bakma gereği duymazken, yitirdiğimiz insanların ardına bakmaktan ilerleyemiyoruz çoğu zaman. Gelecekte insanı kaybetmekte sıradanlaşır mı dersiniz? İnsan bunu da kaybedecek kadar değersizleşir mi? Peki değer verdiğimiz insanları ne zaman ardımızda bırakmalı?

"Ortalık iyice karardığında, etrafındakiler seçilmez olduğunda, birileriyle yüz yüze gelecek istek kalmadığında içinde, artık gitmelisin.
...
Sana ait her şey zamanla tükeniyorsa gitmenin vakti gelmiş demektir. Tükenmesinden korktuğun birkaç şey kaldıysa geride bırak. Kalbinden başka ağırlık olmasın üzerinde.
...
Git ve giderken bakma sakın. Kalanlara, ardından bakanlara, ardından seslenenlere..."

Ve her insanın illaki payına bir şeylerden kalma suskunluklar düşmüştür. Sustuklarınızın ağırlığıyla yaşamak ne kadar da normalleşti zamanla değil mi? Oysa en başta geçmeyeceğinden oldukça emindik. Emin olduğumuz her şey geçti ama bizde iz bıraktı. Biz sustuk, onlar geçti...

"Kimseye benden söz etmeyin. Kimseler fark etmesin çekip giden otobüslerin arkasından öylece kalakaldığınızı. Dalıp gitmelerinizi fark etmesinler.
...
Hayat, aramızda kalmış utangaç bir çocuktu sanki.
Kent susmuş ve söylenecek bir çift lafın merakına dalmıştı.
Susuyorduk öylece.
...
Konuşsak sözler bitecekti.Ve söylenecek bir çift söz kalsın diye konuşmuyorduk. Geriye dönebilecek bir adım kalsın diye. Yeniden başlayacak bir söz kalsın diye susuyorduk, konuşmuyorduk.
Bir konuşsak gök üzerimize yağacaktı."

Bazı susmaların sebebi yeni başlangıçlardır; bazıları ise bitişler, terk edişler ve çoğu ise çaresizliktir, yapacak başka hiçbir şeyin olmayışıdır, kabulleniştir sonları.
"Oysa ne çok boğuldun suskunluğunda."

Bazı kitapları okurken altını çizmelisiniz cümlelerin ve mümkünse altını çizdiğiniz cümlelerin sebebi olan insana hediye edin o kitabı. Bazen karşınızdakine samimiyetinizi hissettirmenin en yakın yolu olabilir bu. Sizin kendinizi bulduğunuz cümlelerde karşı tarafın ne hissettiği bazen tüm soru işaretlerinizin cevabı olabilir. Yaşamak sandığımızdan daha karmaşık bazen...

"Göz göre göre, yalan olduğundan emin olduğun sözlere inanmaktır bazen yaşamak. Hayatın, üstüne üstüne gelen öfkeli adımlarına karşı, yalanın geçici mutluluğuna kendini kaptırıp mutlu olabilmeye alışırsın çoğu zaman."

Peki sizce yaşamak ne idi?

"Asra yemin olsun ki insan hüsrandadır!
Ancak..."

6 Ocak 2017 Cuma








Ahmet Batman - Gökyüzüne Not

"Ben seni iki mavinin arasında sevdim.

Denizin hemen üstünde gökyüzünün biraz altında."



"Küçük bir mucize istiyorum. Senin yanımda olduğun ve benim sadece sana ait olduğum bir mucize. İkimiz için yazılmış ama ikimizin de okumadığı bir kitap, bize birbirimizi anlatan ama dinlemeye korktuğumuz bir şarkı ve hiç bakmadığımız ama içinde sadece ikimizin olduğu bir fotoğraf olsun istiyorum."

Merhaba, uzun zaman oldu gerçekten uzun... Öyle ki yaşım dahi yıllanmış, yıllanan birçok şey gibi. Sizde iyi misiniz?
Başlangıcı çıkar çıkmaz hemen satın alıp, elime aldığım gibi okuyup bitirdiğim bu kitapla yapayım istedim, o halde başlayalım mı?

Hangimiz kendi hikayemizi yaşıyoruz? Hiç sorguladınız mı bunu? Hayatın her gün daha fazla yüklediği sorumlulukları yerine getirirken kendimizden ne kadar ödün veriyoruz peki? Kendimiz olmaktan korkup başkalarına sığındığımız oldu mu hiç? Kendimizi birinin varlığında daha güvende hissettiğimiz, farketmeden onun hikayesine dahil olup, onun yaralarının bizi daha çok incittiği? Başlangıç için fazla mı soru sordum? Çünkü kitap ilk sayfada sana "kendi hikayeni yaşa!" diyecek, Hazır ol sorgulamaya hayatı.

"Kendimi kırılgan ve yorgun hissediyorum ancak henüz tükenmedim. Hikayesine başlayamayan bir insanım."

Her gün farketmeden birçok insanla konuşuyoruz karşılaşıyoruz, bir bakıp geçiyoruz. Ve bazıları kapımızı aralıyor ve bir bakıyoruz ki anları paylaşmaya başlıyoruz. Kitap bir otobüs yolculuğu esnasında gökyüzüyle konuşan bir adamın yanında susmayı dilediği, susarak da anlaşabilmek istediği o insanla tanışması ile başlıyor. Her tanıdığınız insanın hikayenizde yer edinmesi mümkün değil, ama bazılar adeta başrol olmak için hayatınıza dahil olur, ve siz kendinizden çok onun hikayesini yaşamak istersiniz.  

"En büyük acıları kendini unutup sadece başkaları için yaşayanlar çeker."

Ve bunun en başında ise o insana duyduğunuz inanç ve güven gelir, Bana göre birini sevmekten daha önemli olan o insana inanmaktır. İnanç duymadığınız bir insanın hikayesine dahil olmak size uçurumlardan ötesini hissettirmez ama bunu farketmeniz zaman alır, ve farkedene dek de sizden götürdüklerine hayret edersiniz. 

"Oysa sen ve ben vardık bir de aramızdaki o kısa mesafe... Ki ben sevmişimdir o mesafeyi de söyleyememişimdir."

Kitabın devamında, inancını kaybeden bir kadının gidişinin ardında kalan adamın çabalarını göreceksiniz. Bazı anlarda, bazı şeyler o an söylenemez ve zaman geçtikçe söylenemeyen şeylerin ağırlığı, karşınızdaki insanın taşıyamayacağı bir hale gelebilir ve bir bakmışsınız ki onu kaybetmişsiniz. Haksızlık olduğunu düşünseniz de boş. Söylemeniz gerekenleri ertelemeyin, dürüst olmak size daha az kaybettirir. 

"İçimde kalan bir şeyler olması bu gidişi anlamlı kılıyordu. Attığı her adım sanki bir ömür gibiydi. O saniyeler içinde uzaklaşacaktı oradan ve ben cümlelerimle baş başa kalacaktım."

Bazen birinin ardından baktığınız bazen de arkanızı dahi dönmediğiniz gidişler olur, hangisi daha acıdır bilinmez fakat iki şekilde de söylenemeyenler kalır sizde, ve yok saymak zorunda bırakıldığınız anlar, hayatınızdan..hikayenizden..sizden. Bana göre en acısı bu. Sınırlarla sınanan ömrünüzün, her saniyesi bu denli değerliyken, yok saymak zorunda kaldığınız şey sizin ömrünüzden, yaşam sürenizden çalınanlardan ibrettir.

"Bu kadar varken nasıl bu kadar yok olabilmiştik anlamıyordum. Bir şeylerin bitebilmesi tabii ki mümkün ama her şeyi, yaşanan her şeyi hiç yaşanmamış saymak... İşte bu akıl alır şey değildi."

Ve son olarak, kitap ne mi anlatıyor? Siz ondan ne anladıysanız, siz onda kendinizden ne bulduysanız, kitap tam da size bunu anlatıyor. Kitabın yalın bir dili ve akıcı bir hikayesi var, hatta hikaye içinde hikayesi var diyebiliriz. Bir de sizden istediği kendi hikayenizi bulmak var. Vazgeçtiğiniz noktaları iyi değerlendirmek var, vazgeçmek elinizden geleni yaptıktan sonra sonuç hala aynıysa bi ihtimal olmalı. Çünkü;
"İnsan kaybetmeyi de bilmeli ama bu durumu sadece kazanmak için yapacak hiçbir şeyi kalmadığında kabul etmeli..."

Hikayenizde; pişmanlıklardan çok umutlarınızın olduğu, sevdiğiniz ve sevildiğiniz insanlarla değerini bilerek yaşadığınız ve özlemle fakat mutlulukla andığınız anların olması dileğiyle. Kendi hikayenizi yaşayın, eğer mümkünse iki kişilik bir hikayeyi de kendiniz yazın, başkasınınkine dahil olup, kendinizinkinden vazgeçmeyerek...

"Başka yönlere giden insanlardık ve dünyanın
yuvarlak olduğunu unutmuştuk.
Geç olsa da karşılaştık ve yaşanması gereken
ne varsa yaşadık. Belki de aynı yöne gitseydik hiç
karşılaşamayacaktık."