İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN - SABAHATTİN ALİ
"İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde , haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var..."
...
Aydın geçinenlerin karanlığına, "insanın içindeki şeytan"a keskin bir bakış.
Merhaba! Bu sene kış diğer kışlara oranla daha soğuk sanki, ne dersiniz? Tatilde olmama rağmen son günlerde meşgul olmamdan dolayı bir türlü blog yazmaya vakit bulamadım. Bugün ki kitap benim için özel olanlar listesinde, bunun iki sebebi var. İlk olarak bana hediye edilen bir kitap ve ben, hediye eden o kişiye bu değerli hediyesi için bir kez daha teşekkür ediyorum ve bir insana verilebilecek en değerli hediyenin kitap olduğu sözümü yineliyorum. İkinci olarak, bu kitabı bu kadar geç keşfetmiş olmanın hüznü var. Dili o kadar güzel ki, tekrar tekrar okuyacağımdan eminim.
"Ben onu görmeden evvel hayatın manasını bilmiyordum, bulamamıştım. Şimdi görüyorum ki, o da bensiz yaşayamayacak... Söyledikleri doğru, en az doğru görünenleri bile doğru... Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş... Ne aradığımızı bilmeden aramak... Şimdi içim rahat, aradığını bulan ve başka bir şey istemeyen biri gibi sükunet içindeyim..."
Zamanda biraz geri gitmeye, eski İstanbul'u hayal etmeye hazır mısınız? Dönemin insanlarıyla tanışmaya ve zaman ne kadar geçse de çoğu şeyin nasıl da değişmeden kaldığına hayret edebilirsiniz. Hala kuvvetini kaybetmeyen "el alem ne der" sözünü ele alalım mı? Nasılda başkalarının ne diyeceğine göre yaşadığımızı, yaşamaya mecbur bırakıldığımızı eleştirelim mesela. Bazı insanların kendileri kusursuzmuş gibi, insan olduklarını unuturcasına, insan olmanın zaten kusurlara da sahip olmak olduğunu inkar edip, kendilerinden başka her insanın en ufak hatasını dahi tetikte bekleyişini fark ettiniz değil mi? Ve bazı insanların çoğu zaman hatalarını kabul etmekten çok her daim bahanelere sığındığını, yaptıkları her yanlışa uygun bir kılıf bulup sorumluluktan daima kaçışlarına şahit oldunuz değil mi? Sanırım insanlık var oldukça değişmesi zor olan kusurlardan bazıları bunlar. Ne dersiniz, sahiden de içimizdeki, sözde, şeytanın bizi yanlışa düşürmekten daha mühim işleri yok mudur? Yada içimizdeki şeytan dediğimiz şey, gerçekle yüzleşmeye/kabullenmeye cesaret edemediğimiz bu yüzden sığındığımız o kılıflardan biri olabilir mi? Son olarak, aydın ve çok bilmiş geçinip, kendi gibi olmadığını düşündüğü insanların bir çöp olduğunu kabul eden insanların, aslında kendilerinin bir hiçten ibaret olduklarını fark edemeyecek kadar kendi içlerinde boğuluşlarına acıdığınız vakitler oldu mu? Cevaplara kitabı bitirdiğinizde siz karar verin, her insan kitaplardan kendine göre paylar çıkarır, benim payım bana kalsın bu sefer...
"...Herkes ne diyecek?.. Fakat bu ana kadar herkesten ne gördüm ki... Bana en yakın olanlar dahil olmak üzere, bu herkes dedikleri şey beni üzmekten, hayatımı manasız hale sokmaktan başka ne yaptı? Bu yaşıma kadar en iyi zamanlarım tam manasıyla yalnız kalabildiğim günler olmuştu..."
"'Neden kızıyorsun? Neden şikayet ediyorsun?' dedi. 'İçinde şeytan dediğin o şeyin en kıymetli tarafın olmadığını nereden biliyorsun? Sizin gibi beş hissinden başka duygu vasıtası olmayanlar bu daimi korkudan kurtulamazlar. Asıl sebep ve illetlere varabilseniz göreceksiniz ki en zayıf tarafımız dışımızdadır. Gözümüzü kör eden yedi renktir, kulağımızı sağır eden sesler, ağzımızı paslandıran yediklerimiz, kalbimizi önce coşturup sonra durduran sonsuz koşmalarımızdır. Yüksek insan dışına değil, içine kıymet verendir.
Hikaye; sorumluluklarını yerine getirmekte eksik kalan, kararlarından emin olmayan/karar alamayan, çevresindeki insanların sözüyle oradan oraya sürüklenen, istemediği şeyleri dahi arkadaşları dedi diye kendini yapar halde bulan, yanlışlarına içindeki şeytanı bahane bulan okuduğu felsefe bölümünden dahi henüz mezun olamamış Ömer karakterinin kendisinden tamamen zıt, yaşadığı çevreye tamamiyle ters bir kadın olan Macide'ye aşık olmasıyla başlıyor.
"...Pek hoşlandığı için filan değil... Yapamıyor işte... Hiçbir şey yapmaya karar veremiyor... İnsan bir karar vermekten bu kadar korkar mı?.. Belki! Neden böyle düşünüyorum? Ben de bazı kararlar vermekten korkmuyor muyum?"
Ömer'in her şeyi göze alabileceğini düşündüğü, Macide'nin onu değiştireceğine inandığı, bir çok fedakarlıklar yaptığı ama yanında affedilemez yanlışlarının da olduğu, sözler verdiği ama en ufak bir çabada bulunmaya zahmet etmediği bir aşkı okuyacaksınız. Çok seven bir adamın ve o sevgiyi karşılıksız bırakmayan bir kadının, tüm zıtlıklara rağmen sonlarının beklenenin tam tersi mi olacağı yoksa gerçeğin değişemeyeceği sonun kaçınılmaz mı olduğunu kitabı okuduğunuzda öğreneceksiniz.
Bu sırada kitap size çok şey katacak; sona gelmenin, sonu görmenin, sonu kabullenmenin kolay olmayışını ve o zamana kadar ne kadar çok şeyin göz ardı edilebileceğini okuyacağınız bu kitap size gönülden olan tavsiyelerimden biridir.
*SPOİ OLABİLİR*
"Ömer, benim sevgili kocacığım, biz, hiçbir tarafları birbirine benzemeyen , hiçbir müşterek düşünceleri ve görüşleri olmayan iki insanız... Kim bilir ne gibi sebeplerle tesadüf bizi birleştirdi. Sen beni sevdiğini söyledin, ben buna inandım. Ben de seni seviyordum... Hemde nasıl seviyordum... Hislerimde bugün de bir değişiklik yok. Fakat niçin seviyordum, işte bunu bulamadım ve beni düşündüren, seninle olan hayatımızın devamından şüphe ettiren bu oldu. Seni niçin sevdiğimi bir türlü bilmiyordum. Huylarını, yaptığın işleri, beğenmiyordum demeyeyim, fakat anlamıyordum. Sen de benim birçok şeylerimi anlamadığını inkar edemezsin. Böyle olduğu halde nasıl garip bir kuvvet bizi birbirimize bu kadar sağlam bağlamıştı? İlk andan itibaren tamamiyle başka dünyaların insanları olduğumuzu anladığım halde beni burada tutan ve seni gördüğüm zaman içimi sevinçle dolduran neydi?
...
...Artık ayrılmamız lazım. Dediğim gibi, sana en küçük bir faydam olacağını bilsem her şeye tahammül eder ve kalırdım. Halbuki selametinin yalnızlıkta olduğunu görüyorum. Hala, bugün bile şuna kaniim ki, bir müddet daha bocaladıktan sonra, yolunu bulacaksın, fakat yalnız olman lazım. Herhangi bir insanın, ayaklarına dolaşmaması lazım... Ne olurdu? Birbirimize birkaç sene sonra tesadüf etmiş olsaydık! O zaman hayatımız belki bambaşka bir şekil alırdı. O zaman sana tabi olur ve bundan zevk duyardım. Fakat, şimdi, hiçbir faydası olmadığını bile bile, yanlış ve manasız bulduğum şeylere oyuncak olmak, bütün sevgime rağmen imkansız..."
...
...daha yazacak birçok şeyler aklıma geliyor... Ne faydası var?.. Oturup saatlerce konuşsak gene bitecek gibi değil.. Halbuki biz beraber yaşamaya başladıktan sonra ne kadar az konuştuk... Birbirimize söyleyecek bir şeyimiz yok muydu? Neden?.. Neden uzun uzun dertleşmedik? Belki o zaman birçok şeyler başka türlü olurdu...
Artık yeter Ömer... Sana kızgın değilim... Sana kızmayacak kadar seni iyi tanıyorum... Sonra seni seviyorum... Neden sevdiğimi bilmeden seviyorum... Bu sevgiyi her gittiğim yere beraber götüreceğim... Allahaısmarladık..."
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder