15 Haziran 2017 Perşembe

VE SEN KUŞ OLUR GİDERSİN - TARIK TUFAN

"Bir sevgili gittiğinde, ona baktığınız gözlerinizi de alıp gitmiştir. Bir sevgili gittiğinde, altında onunla dolaştığınız gökyüzünü de alıp gitmiştir.
Bir kuş, bir sevgili...
İnsan kaybettikleriyle insandır."

Tarık Tufan, Ve Sen Kuş Olur Gidersin'de kendi karanlığında kaybolmuş bir adamın hayatla giriştiği çetin ve yorucu kavgayı anlatıyor. Bu zorlu kavganın üstüne  bir de imkansız aşk eklendiğinde kahraman içine hapsolduğu daire gitgide daralmaya başlar. Kuş kafesleri yapan bir adamın yanında çalışmak yaralarını dindirmeye yeter mi?

Bütün bunların cevabını kahramanın iç sayıklamalarından öğreniyoruz:
"Susuyor olmam, acı çekmediğim anlamına gelmez."




"Bil ki ey sevgili!
Ben seni aklımdan hiç çıkarmadım;
ben sadece aklımı çıkardım.
Ve böyle bilsin bütün dünya,
ben aklımı senin ramına değil,
senin uğruna senden çıkardım."
(Dücane Cündioğlu, Cenab-ı Aşk'a Dair)

Okumaya başladığımda değil de bitirmeye yakın ben bu kitabı mutlaka bloga eklemeliyim dedim, benim de bu kitap için söyleyecek iki kelimem var. Benim de içimde kalan haksızlıklar var, benim de yazılanlara eklemek istediklerim var! Karşısındakinin iyiliği için ardında bırakanların değil de, ardınızda kalan karşınızdakilerin de hislerini bilmeniz gerekir, bence...

"Hevesleri, beklentileri, erteledikleri, kursağında kalmış kelimeleri, kaçırılmış bakışları, gizledikleri, bitirilmemiş mektupları, susuşları ve istemsiz veda edişleriyle tamamlanmamış bir cümledir insan.
Son anda binmekten vazgeçtiği bir otobüs, suskun kalınmış bir telefon araması, sinemada yanında duran boş koltuğa bakış...
Tamamlanmamış bir cümledir insan.
Yalnızlığıyla bile bir araya gelemeyecek kadar ıssız..."

Büyüdükçe sahip olmaktan çok, kaybediyoruz; eksiliyoruz. En büyük eksiklik ailemizde oluşan çatlaklardan sızıyor benliğimize. En çok onlarla iletişim kuramadığımızda içimize kapanıyoruz, en büyük kaybı onların yokluğunda ekliyoruz bu dünya hayatında sınırlı olan ömre. Halimizi anlatacak kelimeleri bulamıyoruz, halimizi anlatacak kelimeleri de kaybediyoruz.

"Zaten öylesine büyük bir gürültünün içine hapsolduk ki, anlatabilmeyi başardığınız birkaç şey de gürültünün içinde kaybolup gidiyor."

Büyüdükçe seviyoruz, bir insan giriyor hayatımıza, başta çok yabancı. Çocukluğumuz oluyor, birlikte büyüyoruz, en güzel anılarımız oluyor, gençliğimiz oluyor. Gün geliyor, ihtiyarlığımız da olsun istediğimiz an en büyük korkumuz oluyor. Kendi içimizden çıkamadığımız benliğimizin, onun mutluluğuna gölge olma, onu üzme ihtimali yiyor içimizi.Vazgeçiyoruz, severken. Buna bir isim buluyoruz, bir kalıp; "Senden, senin için vazgeçtim. Sen benim kendi içimde boğuluşlarımı hak etmiyorsun." Neden?.. Karşınızdakine cevabını asla vermediğiniz nedenler bırakıyorsunuz.

"Ona aşık mıyım?
Evet.
Ona bunu hiç söyledim mi?
Hayır.
Söylemeyi düşünüyor muyum?
Hiçbir zaman.
O bunu biliyor mu?
Kesinlikle evet.
Peki neden bir araya gelemiyoruz?
Başkasıyla evli!
...
Bir şeyi daha söylemeliyim. Onu evlenmeden önce de tanıyordum ve ona aşık olduğumu o zaman da söylemedim. Bunun acısını ölene dek taşıyacağım. Bunu hak ediyorum çünkü. Ona aşkımı neden söylemediğime gelince filmlerden aparma bir ifadeyle, onun benimle mutlu olabileceğine inanmıyordum. Yani ona çok yakın olursam zarar vereceğimden korkuyordum. Uzakta olursa aşkımdan zarar görmez. Birlikte yaşanması güç bir adam olarak, dünyası karmaşadan kurtulamayan bir adam olarak, son derece iyi bir aile yaşantısı olan ve fazlasını hak eden onu, kendime karşı koruyordum.
Şuan evli olduğu adamla evlenmesine göz yumdum. Biliyorum ki, bunu istemeseydim asla olmazdı. Ancak düzenli bir hayatı olan, iyi bir işi ve ailesi olan, onu koruyacağından emin olduğum o adamla evlenmesine razı oldum. Bunun aptalca olduğunu biliyorum. Benimle birlikte olmak pahasına her şeye göğüs gereceğinden de eminim. Kendi kendimin korkusu olmuştum. Gittiğim her yere bu belayı taşıyordum. Onu korumam gerekiyordu ve yaptım. Sonuçta müşfik, iyi niyetli, onu seven bir adamla evli. Ama ona olan aşkımdan da emin. Böyle saçma bir durum işte...
Bu hiç kolay olmadı.
Hemde hiç...
Onu kaybettiğim için kendimi affetmedim.
Bunun için yeterli gücü ve cesareti bulamadığımdan kendimi hiç affetmedim.
...
Onu kaybetmek duygusuna hiç alışamadım.
Acım biraz olsun hafiflemedi. Onu gördüğüm her an yaşadığım heyecandan, mutluluktan ve yürek acısından bir şey eksilmedi. Artık bir sürgün hayatı yaşıyordum..."

O insan adına verdiğiniz kararlarla huzura ereceğinizi düşünüp o insanın siz hariç herkesle mutlu olabileceğine kendinizi inandırıp gidiyorsunuz. Yaş aldıkça, daha çok yaş akıtıyorsunuz. Bir kere gelmek yetmiyor, bin kere gidiyorsunuz. Siz ardınızda sizsiz mutlu olacak birini değil, gidişlerinizi bırakıyorsunuz. Sizi bekleyişler bırakıyorsunuz, o boşlukları tekrar tekrar doldurup, her gidişinizde daha da derinleştiriyorsunuz. Her gidişinizin kalıbı hazır; "Seni üzmemek için gidiyorum." Peki neden tekrar geliyorsunuz?

"Başlangıçta bunun benim için güzel olabileceğini düşünüyordum. Bir süre sonra yanıldığımı anladım. Artık yanılgılarımı düşünmekten bile yoruluyorum. Pişmanlığı aşıp bir utanç duygusuna dönüştü içimde. Tanrı'dan kendim için af dileyecek gücüm bile yok. Elimden onca tutmasına rağmen ben terk edip gittim. Geri döndüğümde hiçbir zaman reddetmemesine rağmen ben bir süre sonra yine kaçıp gittim."

Bir şeyi çok net olarak söylüyorum; tekrar tekrar gidebildiğiniz insan için siz aşk olmuşsunuzdur. Sizi seven insana bir kere gelir, bir kere gidebilirsiniz. İkincisi için size bırakın kapıyı açmayı, o yola koyulmanıza dahi göz yummaz. Siz ilk gittiğiniz an bitmişsinizdir. Ama sizin için, binlerce gidişinize katlanabilen o insandan, aşk olduğunuz o insandan vazgeçişiniz, yaptığınız en büyük vicdansızlıktır; hiçbir bahaneniz geçerli değil, siz vicdanınızı kaybetmişsiniz. Sizi en çok, sizinle değil de yokluğunuzla yaşayan o insana döndüğünüz sırtınız, bunun yükünü taşıyamayacak, hiçbir zaman. Siz mutlu olsun diye vazgeçmediniz, siz kendinize inanmadığınız için terk ettiniz. Bunun affı yok, pişmanlığınız nafile.
Ah ne çok gidiş bıraktınız...

"Şimdi kalkıp da seni seviyorum desem.
Söyleyemem ki...
Bunu kendime bile söylemeye cesaret edemedim ben. Bunu içimde hissettiğim ilk andan itibaren içimde saklıyorum.
Münkesif bir kalbin iç burkan acziyetini kimselere söyleyememek de başka bir acı veriyor insana. Oysa karşıma çıkan her insana ilk olarak ve sadece bundan söz etmek istiyorum.
Tutuyorum kendimi, saklıyorum.
Seni saklıyorum, parmaklarını, ellerini saklıyorum, gülümserken kıvrılan dudaklarını saklıyorum, hoşça kallarını saklıyorum, bembeyaz yüzüne bir anda dolan şaşkınlıklarını saklıyorum. Sırf bu yüzden kalbim bir gün paramparça olacak... Sana dair söyleyemediklerim yanaklarımdan süzülüyor ve önüme düşüveriyor.
Öfkelerimi de saklıyorum.
...
Aşkı ve öfkeyi söyleyemediğinde insanın konuşmaya dair hevesleri de bir bir yok oluyor.
Susuyorsun."

Üstelik sustuğunuzda geçer sanıyorsunuz, siz susunca geçecek sanıyorsunuz. Ki gayet iyi biliyorsunuz ne kaybettiğinizi. Gün gelecek, bunları diyecek;

"Yanımdaydı.
Kimseler yokken yine yanımdaydı.
Herkes gittiğinde yanımdaydı.
Kimse gelmediğinde yanımdaydı.
Ben onun yanında olamıyordum böyle zamanlarda.
O bıkmadan devam ediyordu.
Boynuna sarılmamak için kendimi zor tuttum.
Boynuna sarılmamak için bu güne kadar yüzlerce kez kendimi tuttum."

Ve yanınıza baktığınızda ektiklerinizi göreceksiniz; hiçliği, terkedişlerinizi, pişmanlığınızı, vicdanınızı. Çok geç kalmış olacaksınız, her şeye. Ama hak ettiğiniz bu. Çünkü kimse yaşattığını yaşamadan ölmez. 

Hoşçakalın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder