23 Ocak 2016 Cumartesi

ARI KOVANINA ÇOMAK SOKAN KIZ-STIEG LARSSON(Millennium #3)











Hepinize merhaba,dedikten sonra hemen bir uyarıyla başlıyorum.Eğer hala ikinci kitabı okumadıysanız bu yorumu okumayın derim,çünkü spoi yiyebilirsiniz:)!Şimdi devam edebilirim :)
Evet ŞOK Lisbeth başından vuruldu,Zalachenko kızına bunca yaptığı şeyler yetmezmiş gibi bir de diri diri gömmeye çalıştı(çalıştı yanlış oldu,gömdü).Şimdi baba-kız ağır yaralı,özellikle Lisbeth'in durumu ciddi.Kurşunun girdiği yer beynin matematiksel fonksiyonlarını etkileyen bir bölgede.Matematik yoksa Lisbeth'e ne olur :(.Neyse ki bu kitapta Zala ölüyor.Bu durumda 'Lisbeth'in özgür bir hayatı oluyor,rahat bir nefes alabilirsiniz' diyemeyeceğim,maalesef.Çünkü zebani gibi bir de kardeşi var,hala yaşıyor ve her an karşısına çıkabilir.Ayrıca Lisbeth babasını öldürmeye teşebbüs ettiği için yargılanmış durumda.Onu bu durumdan kurtaracak kişi de tabi ki Kalle Hergele Bolomkwist.
Bu kitabı diğerlerinden daha çok sevdim,ikinci kitabın yorumunda yazarın betimlemelerinin çok fazla olduğunu yazmıştım.Evet hala bu düşüncemin arkasındayım ama yazar gerçekten her ayrıntının üzerinde fazlasıyla düşünmüş,ince ince elenip yazılan bir kitap olmuş.Eğer yorulmam ve hazır tatile de girmişken çok boş vaktim var diyorsanız bu seriyi size önerebilirim.Ama dediğim gibi vaktiniz varsa ben final haftasında okumak gibi bir gaflette bulundum ve bayaa zorlandım.
Bir sonraki kitapta görüşmek üzere kendinize güzel bakın...

ATEŞLE OYNAYAN KIZ-STIEG LARSSON (#Millennium 2)


Güzel bir günden herkese merhaba, serinin ikinci kitabıyla tekrar karşınızdayım.
Açıkçası bu kitabı okumak beni çok yordu.Yazarın betimlemeleri çok fazlaydı,üstüne bir de kitabın yarısına kadar Lisbeth'le Bolomkwist doğru düzgün konuşmayınca iyice yoruldum(tabi bilgisayarla konuşamaları hariç :)).İlk kitapta Bolomkwist Lisbeth sayesinde Wennestörm'ü haklamış,Harriret'i de bulmuştu.O de yetmezmiş gibi bi de Harriret ile arkadaşlıkları samimi bir boyuta ulaşmıştı.
Şimdi de sıra Lisbeth'in hayatına geldi.Bu avukat bozuntusu rahat durmuyor bu kitapta.Bu sırada Millennium'a yeni biri katılıyor "Dag".Sonra şakkk işler birden bozuluyor ve tataaa Lisbeth 3 cinayetin suçlusu olarak tüm ülkede aranmaya başlıyor.Mikael her ne olursa olsun Lisbeth'in yanında duruyor ve ona yardım etmek için cinayet araştırmasını bir de kendi tarafından başlatıyor.Ama Lisbeth hakkında bir bilinmeyenle karşılaşıyor,ne tarafı tutsa karşısına "büyük gün" olayı çıkıyor.Peki bu olay ne?Tabiki de bunu ben anlatmayacağım :)Zaten yeterince şey dedim.Ama final çok ürkütücü!Tamaaam daha fazla uzatmıyorum,okuyup gerisine siz karar verin.Kendinize güzel bakın,bir sonraki kitapta görüşmek üzere Hoşçakalın...

18 Ocak 2016 Pazartesi

SO JI SUB'un YOLU - So Ji Sub'un kaleminden

"Gökyüzü, deniz, kuşlar, adını bile bilmediğimiz çiçek ve bitkiler...
Bir de sessiz So Ji Sub'un anlattığı gönülleri ısıtan hikayeler.

Hayranlarına her gün 'Sizleri seviyorum', 'Ben çok mutluyum' diyen, ancak gülümsemesinden ziyade, sessizliğine daha aşina olduğumuz,
Kendini ifade etmektense başkalarına kulak vermeyi tercih eden,
İstediği şeyleri söylemektense, utangaç bir gülümsemeyle cevap vermeyi yeğleyen,
So Ji Sub
Şimdi onun anlattığı hikayeleri dinliyoruz."

Size kütüphaneme yalnızca 'satın alayımda Kore yayınları daha çok Türkçe'ye çevrilsin diye' eklediğim daha sonrada hayran kaldığım bir kitaptan bahsetmek istiyorum. So Ji Sub, "I'm sorry, I love you" dizisiyle tanıdığım ve daha sonraları hayranlıkla diğer dizilerini de takip ettiğim aktörlerden biridir. Ayrıca bahsettiğim dizi daha sonraları "Bir Aşk Hikayesi" adıyla Türk televizyonuna da uyarlanmıştır. Tabi ki hayranlığım aman amanlık bir şey değil, sadece aldığı rollerde verdiği duyguyu seviyorum, işine verdiği önemi anlayabiliyorsunuz, bizdeki yapmacık oyunculuklara pek benzemiyor, hissediyorsunuz. (Niyetim Türk oyuncularını kötülemek değil ama sırf biraz yakışıklı diye dizilerde başrol alan yapmacık oyuncularımız mevcut, maalesef.)

Kitaptan çok kopmayalım değil mi? Kitabın içeriği kesinlikle beklediğim gibi değildi. Kitabın içeriği; kendi içinde bölünmüş bir milletin acısından tutunda, hayallerini gerçekleştirmek isteyen genci yaşlısı kim varsa samimi hikayeleri ile dolu. Ve kitabı okurken daha önce de farkında olduğum ama Ji Sub'un samimi duygularıyla daha da emin olduğum bir şeyi fark ettim; "Milyonlar tarafından gıpta edilen bi hayatınız olsa dahi, hiç bir şey göründüğü gibi değildir. İnsan en çok kalabalık da yalnızlaşır. Buradan çok rahat bir hayatı var dediğimiz bir çok yıldızın, bazen onlarında bizim gibi insanlar olduklarını unutuyoruz."

Kitap Ji Sub'un buluştuğu insanların hikayeleri de dahil kısa açıklamalardan oluşan bir albüm adeta. Hayranlıkla baktığım saatlerce incelediğim fotoğraflar mevcut. Özelikle Güney Kore ve Kuzey Kore arasında ki sınırda her iki devletin sınırlarından 2 km ötede insansızlaştırılmış 4 km'lik bir alana ait, her yerde göremeyeceğiniz özel izinlerle çekilmiş fotoğraflar... Kendi içinde bölünmüş bir milletin savaşın ardından kalan o acı izleri hala orada, el değmemiş halde duruyor, Ji Sub'un da dediği gibi, zaman orada durmuş gibi adeta. 

"Duvara saplanan mermilerin izlerine bakıyorum.
Bir sürü kişinin eziyet çektiği ve öldürüldüğü yer.
Duvara elimi dokunursam o kişilerin
çığlıklarını duyacak gibiyim."

"Buradaki acıları umursamazca duvar ve yerde
yeşillenmiş otlar gözüme çarpıyor.
Adı bilinmeyen hayatlar canlanıyor."

-Eski Joseon İşçi Partisi Cheorwon Merkez Binası'nın kalıntılarını ziyaretinden alıntılar

Ayrıca Ji Sub'un buluştuğu o güzel insanların kalpleri ısıtan hikayelerine ve hayalleri uğruna mücadelelerine hayran kalmamak mümkün değil. İnsanlar nelerle savaşıyor hayat uğruna, bu satırları yazarken bulunduğum sıcacık evimden bunları anlamam tabi ki mümkün değildi o satırları okuyana kadar. İnsan isterse yapamayacağı şey yok, ama genelde her başarısızlıkta bahanelere sarılmak gibi bir huyumuz var.

        "Hayat, yapılan seçimlerin bütünüdür.
Bu çizgiye bassam mi?                                 
Ya da çizgiyi geçsem mi?                  
Yoksa geriye mi dönsem? 

Tekrar tekrar okuyup, ilk günkü gibi inceleyeceğim bir çok, içten fotoğraflarla birlikte dolu insanı düşündüren, kendini sorgulatan bu kitap herkese tavsiyemdir. Kitap K-pop yada K-Drama değil, bir milletin ardında bıraktığı el değmemiş acılardan, tüm engellere rağmen hayalleri için savaşan insanların samimiyetinden ve herkes için fark edilmesi kolay olmayan anların fotoğrafları ile dolu!

Son olarak benimde farkına bu satırlarla vardığım bir gerçeği alıntılamak istiyorum;

"Benim sevdiğim insanlar, çektiğim resimlerde hep gülümsüyor.
Benim için fotoğraf demek canımın arzu ettiği gibi durdurduğum an demekken, şimdi
fotoğrafların ölü olduğunu öğreniyorum..."

Fotoğrafların aslında ölü zamanları içerdiğinin hangimiz ne kadar farkındaydık acaba?





17 Ocak 2016 Pazar

BANA HER ŞEY SENİ HATIRLATIR - BETH HARBISON

"Ufacık bit umut bile aşkın doğması için yeterlidir."














"Hiç sevmemektense sevip de kaybetmek daha iyidir."


"Sen aşkın gerçek olup olmadığını bilebilir misin?
  Eğer bilirsen onun için her şeyi bırakabilir misin?
  Yirmi yıl önce Erin Edwards hayatının aşkını bulduğuna emindi: Nate Lawson. Onun ilk aşkı. Her şeyini paylaştığı-gelecek ve çocuk hayallerini, sonsuza dek sürecek planları... Onunla kalan bütün hayatını birlikte geçirecekti.
  Ta ki Erin'in, Nate'in asla affetmeyeceği bir hata yaptığı geceye kadar. Erin bu aşkın yasıyla başbaşa kalmış ve asla unutmamıştı. Şimdilerdeyse çok harika bi adamla mükemmel bir ilişkisi, başarılı ve heyecan verici bir kariyeri vardı. Peki, erkek arkadaşı ona evlenme teklif ettiğinde neden aklına ilk gelen şey 'Nate Lawson' ismi olmuştu.
  Bana Her Şey Seni Hatırlatır bir kadının hiç aklından çıkmayan ilk aşkının kulaklarında çınlaması; 'Acaba şimdi nerededir?' ve 'Şimdi hayatımda olsaydı...' sorularının beyninde yankılanmasıdır."

Merhaba diyelim o zaman. Kimilerimiz hala finallerle uğraşırken erken başlayan ve erken biten finallerimden dolayı sonunda kitaplarımla başbaşa kalabildim. Kendime boş zamanlarımda verdiğim en güzel hediyelerden biri bu. Peki siz nasılsınız?

Yine bi gün kitapçıda geçirdiğim saatlerin ardından, bu kitabı gördüm ve almadan çıkmak istemedim. aklımda olmayan, yazarının kalemiyle ilk kez tanıştığım bir kitap... Herkesin kendinden bi an bulabileceği bir kitap. En azından "ilk aşk" dediğiniz birine sahip iseniz.

Kitap günümüz ve geçmiş arasında gidip gelen anılardan oluşuyor ve aradaki bağlantılar oldukça iyi bağlanmış. Erin henüz 16 yaşında, ergenliğin gençliğin deliliğin en hararetli zamanlarında tanıyor, ilk aşkını. Tabi ki o zamanlar bunun aşk olduğundan emin değil, ilk aşk olduğundan, bi parçası olduğundan, onsuz olamayacağından... Ne yaparsa yapsın Nate onunla olur sanıyor, ilgisini çekmek için gereksiz kıskançlıklar yaptırmaya çabalıyor, başka insanlarla olup da Nate'in gerçekten onun için doğru insan olup olmadığını sorguluyor. Nate ise hep bıraktığı yerde onu aynı aşk dolu gözlerle bekliyor (Ne kadar da ütopik değil mi?). Erin ise Nate'in evleneceği adam olduğundan o kadar emin ki, Nate ile tüm geleceğin hayalini serin bir yaz akşamı yıldızların altında zaten planlamışlardı. Ama hayat hiç bir zaman beklediğimiz gibi değildir, hiç ummadığı bi anda onu kaybetmiş halde buluyor kendini, ölmekten bir farkı yok. Yıllar geçse de aklında hala cevabını bilmediği bir çok soruya sahip. Mutlu bir ilişkisi, yoğun bir işi, 15 yaşında bir kıza sahipken dahi içinde bi yerlerde hala 16 yaşında tattığı kaybın acısı var. Ve sevgilisinin, Rick,  beklenmedik evlenme teklifinin ardından aklında ki cevaplanmayan sorular ve kalbinde ki -geçtiğini sansada geçmeyen- acı onu geçmişe götürerek, hayatını tekrar sorgulamasına yol açtı. Ve bir gün beklenmedik anda tıllara rağmen hala aynı gözüken Nate karşısında beliriyor, Beklenmedik bir haberle. Öyle bi durumda ne yapardınız merak ediyorum doğrusu. Aynı soruyu kendimde de sorguluyorum. (Daha fazla detaylara girmeyeceğim ama sizi şaşırtan ve sinirlendiren bir çok şey olacak-bence-)

"Kalbin çarpışı bilimsel olarak açıklanıyor olsa da, kırılmasını önlemenin yolu yoktu. 
Ve aramızdaki bazı insanlar,
kırmaktan usanmıyorlardı."

Sanırım çoğu insanın, bende dahil, yaptığı bir hata var. Erken yaşlarda boyumuzdan büyük işlere kalkışmak gibi, aşk gibi. Yanlış zamanda doğru insanı tanımak gibi... Aşk zamanlamadır ve ne kadar seversen sev zaman doğru değilse öyle ya da böyle kaybetmekle sorumlusun. ~Aksi olduysa bu aşkı seve seve dinlemek isterim~ İlk aşk olduğunun farkına dahi varmadan çocukça hareketlerle kalp kırdık, kalbimiz kırıldı belki de. Bazen de şuan da adını dahi hatırlamadığımız insanlar için saatlerce ağladık. Bunlar gençlik yıllarımız için şimdilerde hatırlayıp da güldüğümüz anılardan ibaret. Kalıcı ne var ki zaten şu hayatta. Ama konu ilk aşka geldiğinde hep bi suskunlaştık, kendimize sakladık duygularımızı, onun adını, aşkımızı. Benim ilk aşk özetime gelecek olursak; "Hayat hiç beklenmedik anlarda onu tekrar karşıma çıkardı, yeni anılara sahip olmamıza izin verdi ama ona sahip olmak için çok geçti.Kalp özlemekle yetindi."

"Zihnimde ona ait resimlere baktığımda gördüğüm şey gerçek, koşulu olmayan bir aşk ve ben ona eskisi kadar sırılsıklam aşığım."
"O bugüne kadar gözlerinin içine baktığımda ruhunun tüm çıplaklığını görebildiğim tek kişiydi."
" Ve ona duyduğum inanç, başka bir insana duymadığım kadar derin..."

Ne olursa olsun birini sevebildiğiniz için pişman olmayın. Çünkü siz birini sevebildiniz. Bu yetiye sahipsiniz. İnanın o duygu bir ömre bedel. İyi geceler!/İyi günler!




3 Ocak 2016 Pazar

EJDERHA DÖVMELİ KIZ-STIEG LARSSON(#Millennium 1)

Dürüst ve güvenilir bir dergi olan Millennium...Kaybettiği itibarını yeniden kazanmaya çalışan Mikael Bolomkvist...Genç ve geçmişi sorunlarla dolu zeki bir kız olan sıradışı Lisbeth Salander...Kırk yıl önce ortadan gizemli bir şekilde kaybolan Harriet Vanger...Ne pahasına olursa olsun kayıp olan yeğeninin peşinde Henrik Vanger...












Karlı bir günden herkese merhabaa :),
Yeni bir kitap yorumuyla tekrar karşınızdayım"Ejderha Dövmeli Kız".Uzun zamandır okumak istediğim fakat bir türlü denk gelemediğim bir kitaptı.Sonunda yollarımız kesişti:)Yalnız bayaa uzun bir kitaptı,bir ara okuyorum okuyorum bitmiyor dediğimi hatırlıyorum:D
Gelelim kitabın konusuna: Zamanında Harriet diye bir kız varmış bu kız kırk yıl önce bir gün ortadan kaybolmuş.Ve bu kızın amcası Henric Vanger ise kırk yıldır yeğenini aramaktan vazgeçmemiş.Ama bir türlü de nasıl ortadan kaybolduğunu bulamamış.Son bir umut diyerek zor durumda olan(kariyeri mahvomanın eşiğindeki) Mikael Blomkvist'in kapısını çalmış.Vee buradan sonra asıl hikaye başlıyor...
Şimdi de birazcık kahramanlarımızdan bahsedelim.Mikael Blomkvist; Millennium'un üç ortadığından biri(ayrıca kurucularından da biri).Dürüst olmayı her zaman kendine ilke edinmiş ve bulunudğu sektör bunun için zor olsa bile o yolunda her zanan aynı şekilde devam ediyor.Ayrıca çok anlayışlı ve de güvenilir biri.
Lisbeth Slander; bu kız aslında karşısındakileri her zaman yüzündeki ifadesiyle,konuşmasıyla ve giyimiyle ürkütüyor(Ama Blomkvist hariç).Onunla konuşmaya çalışanları umursamayan,hayatına birkaç kişi dışında kimseyi dahil etmiyor.
Hanric Vanger;yanılmıyorsam 82 yaşında,her yıl doğum gününde gelen çerçeve içindeki kurutulmuş çiçeklerin sebebini merak eden,yeğeninin yok olduğu gün başına neler geldiğini merak ederek,araştırarak ömrünün yarısını harcamış bir adam.Spoi başı*Kitabın sonlarına doğru bencilliği yüzünden çok sinirlerimi bozdu*Spoi sonu.
Harriyet Vanger'ın hikayesini tabiiki anlatamayacağım :D
Spoi Başı*Bunun dışında Vanger ailesi(Iyy) midemi ve sinirlerimi altüst etti.Slander'ın Avukata yaptığı takdire şayan bir hareketti.*Spoi sonu
Bir dee kitabın hatta serinin kapaklarını çok sevemedim.Genel olarak da kapağa herhangi birinin fotografının koyulmasına karşıyım.Gerçi burada arkası dönük ama yine de olmamış:(
Onun dışında birazdan ikinci kitabı elime alacağım bu yüzden önce yazımı yazmak istedim.Daha fazla uzatmayayım.Kendinize güzel bakın bir sonraki kitapta görüşmek üzere...